Düğün
Bertold Brecht’ ten mahvolan bir düğün ziyafetini ve harabeye dönmüş bir dünyayı resmetmek için kaleme aldığı eseri Brecht’ in gençken, kabare …
Bertold Brecht’ ten mahvolan bir düğün ziyafetini ve harabeye dönmüş bir dünyayı resmetmek için kaleme aldığı eseri
Brecht’ in gençken, kabare şairi iken yazdığı Düğün oyununda, onun politik ve Marksist duruşunun ve sıkıntılarının ilk izlerini bulabiliriz.
Düğün’deki ziyafet sofrasının etrafında, yenik düşmüş bir Almanya’nın vahşi bir canavara dönüşecek nefretinin sinyallerini apaçık görürüz. Her şeye rağmen bizler evleniriz, eğleniriz, pastanın mumlarını üfleriz…
Gülmeye devam ederiz…. Kim bilir kaç kişi düğün eğlencesinin ziyan olduğunu, fiyasko ile sonuçlandığını yaşadı….misafirler düğünden ayrılıp gittikten sonra, arbedeye dönüşmüş , temizleyip toplamak zorunda oldukları salonun karşısında kendilerini yalnız, çaresiz, mahvolmuş hissettiler ama buna rağmen yola devam etmek gerektiğini kabullendiler. Tıpatıp Dünya’da olan biten kargaşaların karşısında yaptığımız gibi.
Münih 1919 Weimar Cumhuriyetinin kuruluş yılları…
Küçük burjuvaziden bir grubun düğün yemeği. Genç evliler, ailelerine ve yakın arkadaşlarına bir ziyafet hazırlamışlar.
Dışarıda enflasyon, işsizlik, adaletsizlik almış başını gidiyor ama bu akşam düğüne eğlenmeye gelinmiş. Her şey gerektiği gibi büyük bir titizlikle hazırlanmış. Gelinle damat bu özel güne yaraşır şık kıyafetleri içinde, yakın arkadaşları güzel konuşmalar hazırlamışlar… Görkemli bir masa kurulmuş… Gelinin babası savaş gazisi, subay kıyafetiyle masanın başında oturuyor… Anlattığı tuhaf ve tutarsız anılarını pek kimse dinlemiyor.
Damadın annesinin getireceği yemek beklenirken çok ama çok içiliyor…en nihayetinde anne özenle pişirdiği balığı sofraya getiriyor ama misafirler balığa pek itibar etmiyorlar. Orkestra çok güzel müzik yapıyor, herkes eğlenip dans ediyor, şarkılara eşlik ediyor, gülüyor ve de daha çok içiliyor Misafirler birbirleriyle sosyalleşmeye ve birbirlerine hoş görüyle yaklaşmaya dikkat ediyorlar.
Herkes elinden geldiğince bir bayram havası yaratmaya çalışıyor. Bütün bu eforlara rağmen düğünün başarılı olması zor gibi görünüyor. Bir tarafta damadın bıçkın, arsız, zampara, yılışık dansçı arkadaşı, bir diğer tarafta depresif bir koca ile klas görünmeye çalışan histerik karısı. Biraz ötede, hizmetçinin oğlunu baştan çıkarmaya çalışan gelinin kız kardeşi….yeni evlileri evdeki mobilyalar için kutluyorlar, övgüler yağdırıyorlar… Her biri damadın el emeğiyle yapılmış.
Fakat birdenbire ses tonları yükselmeye, sitemler uçuşmaya, iğneleyici espriler, adi eleştiriler duyulmaya, kıskançlık ve kötülük tohumları etrafa saçılmaya başlıyor. Önce bir sandalye parçalanıyor, sonra başka bir sandalye ve kanepe yere çöküyor, üç ayaklı devasa masa devriliyor ve damadın gururu, büyük emekle yaptığı dolap beş parçaya bölünüyor. O güzelim uyum, iyi duygularla beraber uçup gidiyor. Gelin ümitsiz, damadın gururu kırılmış, aşağılanmış. Damadın arkadaşı geline sarkıyor, utanç verici hikayeler anlatılmaya başlanıyor, kıskanç çiftler kavga etmeye devam ediyorlar.
Felaketler zinciri büyüdükçe büyüyor, nihayetinde yumruk yumruğa kadar geliniyor. Bazıları kendi problemlerini bir kenara bırakıp, ortamı yumuşatmaya, zararları telafi etmeye çalışsa da nafile…düğünün feci bir kaosa doğru gidişine mani olunamıyor. Kabalık, bayağılık, iğrençlik, müstehcenlik, terbiyesizce hakaretler artarak devam ediyor. Birbirlerini yaralıyorlar, saldırıyorlar, taciz ediyorlar, birbirlerinden şüpheleniyorlar ve suçu hep ötekine atarak acizliklerinde sıkışıp kalıyorlar.
Adeta bir şişenin içine, birbirlerini parçalarcasına yok etmek isteyen, aynı türden et obur zehirler yerleştirilmiş gibi…bu savaşta en büyük silah ise sözcükler…sıkıntıyı, utancı dile getiren ama ötekini susturmaya çalışan sözcükler.
Oyunun sonu ise, dekoru tersine görmemizi sağlıyor: insanların yalnız kalınca, başkalarının arkasından ne de rahat konuşup acımasızca eleştirebildiğine tanık oluyoruz. Gelinle damat, tek başlarına inşa ettikleri mobilyalarla , kurdukları sade ve küçük konfor alanlarının darma duman olmasıyla, harabeye dönmüş bu evde, düğünü, bekareti, dini vecibeleri, aile ilişkilerini, anne-oğul bağlarını yıktıktan ve bu kısıtlamalardan kurtulduktan sonra Adem ile Havva gibi tek başlarına kalıyorlar. Mutlu son gibi görünse de görüntü vahşi ve yabani…
Oyunu sahneye koyan Olivier Mellor görkemli bir iş çıkarmış. Beklenmedik olaylar, özel ses efektleri , sürprizler, grotesk karakterler, keskin ürperten espriler. Mobilyalar bile mükemmel oyunculara dönüşmüş. Vücutlar da mobilyalar gibi hızla hareket ederken , şehvet arzularının altında eziliyorlar. Sözcükler de havada hızla uçuşuyorlar ; öyle cehennemi bir döngü ki, seyircinin bile başı dönüyor.
Bu oyunda Brecht, insan ilişkilerinin bayalığını sergiliyor… Özellikle bu bayalığın şiddete ve haksızlığa dönüşmesiyle ilgileniyor. İnsanların birbirlerine davranışları ve birbirlerine hayatı nasıl zehir edebilecekleri üstüne duruyor. Bu oyunda aslında gülünecek bir şey yok ama biz yine de gülüyoruz.
İşte Brecht’in ironisi burada gizli…aldatıcı ideallere bir başkaldırı ve de küçük burjuva sınıfına yapılan bir hiciv …tabii ki 30’lu yılların Almanya’sının tarihine yapılan bir yolculuk. Küçük burjuva sınıfının Hitler’i iktidara getirmesi ve Brecht’in Marksizmle yakınlaşması. Ne Brecht bu oyunu yazdığında Marksistti ne de Hitler büyük kalabalıkların lideriydi. Ama Brecht o yıllarda sesini duyurmak için çabalamaya başlamıştı bile.
16 yaşındayken yazdığı “Üç Kuruşluk Opera” ile şöhret rüzgarını yakalayan Brecht, 1919 yılında , 21 yaşındayken “Düğün” oyununu kaleme aldı. İki Dünya savaşı aralığında, Alman toplumundaki kokuşmuş ve sertleşmiş sınıf çatışmalarını, bireylerin fakirleşen sosyal sınıflarında hayatta kalma mücadelelerini anlattı.
Düğün oyunu, Almanya’da 1926 yılında oynandı ve büyük bir skandal yarattı. Nazi Almanyasından kaçıp ABD’ ye sığınan Brecht eserlerinin en önemlilerini (Arturo Ui, Galile’nin Hayatı v.s) burada yazdı. Heydrich’in bir direnişçi komando tarafından öldürülmesi üstüne kaleme aldığı “ Cellatlar da ölür” oyunu ününe ün kattı. Ne yazık ki, komünist fikirleri yüzünden ABD’yi terk etmek zorunda kaldı. Doğu Almanya’ya sığındı ve 54 yaşındayken 1956’da öldü.
Magalie Rigaill’in Almanca’dan uyarladığı ve Olivier Mellor’un sahneye koyduğu Düğün oyununu Amiens’li genç bir grup olan “ Compagnie de Berger” , “ Cartoucherie Théatre de l’Epée “ de çok büyük bir başarıyla oynadı ve muazzam alkış aldı.