Asıl korku korkmaktan korkmak!
Seray Şahinler – Yiğit Özşener, tek kişilik oyunu “Aşınma” ile uzun bir aradan sonra yeniden tiyatro sahnesinde. Şahika Tekand’ın yazıp …
Seray Şahinler – Yiğit Özşener, tek kişilik oyunu “Aşınma” ile uzun bir aradan sonra yeniden tiyatro sahnesinde. Şahika Tekand’ın yazıp yönettiği oyun, 55 dakika boyunca günümüzün sorunlarını ve insanlık hâllerini irdeleyen, aynı zamanda bir oyuncunun ve oyuncuyla birlikte seyircinin de sınırlarını zorlayan bir deneyim. Bu atmosferin yaratılmasında oyuncu ve yönetmenin 27 yıllık birlikteliklerinin payı büyük. Zira; Şahika Tekand, Yiğit Özşener’in “eşik”lerini çok iyi biliyor. Yiğit Özşener de bu nevi şahsına münhasır tiyatro ustasının yaratı dünyasını… Işık ve ses komutları eşliğinde oyuncuyla birlikte seyirci de dönüşüyor. Yer yer kalbiniz sıkışıyor, nefessiz kalıyorsunuz…
Bu atmosfer aynı zamanda bugünün sahne üzerindeki bir temsili. Zira bireyden topluma, yaşadığınız ülkeden dünyaya uzanan ve her geçen gün bizi daha çok sıkıştıran “şeylerin” bir yansıması olan derin “Aşınma” hâli. Bizi korkmaktan korkmaya maruz bırakan şeylerin bir “sorgu” odası… Yiğit Özşener ile “Aşınma”yı konuştuk.
“Aşınma” ilk tek kişilik oyununuz. Nasıl bir deneyim oldu sizin için?
Sahnede, yalnız ve savunmasız, kaçacak ya da sığınacak bir yeriniz olmadan tüm dikkatler sizin üzerinizde bu kadar uzun süre var olmaya mahkum edilmek ki “Aşınma” bunu beni sahnede pek de rahat bırakarak yapmıyor; çok keyifli, öğretici, eğlenceli ve bir o kadar da yorucu, stresli, olağanüstü bir deneyim. Solo performanslar çoğunlukla oyunun yazarı tarafından sahnelenir. Benim en büyük şansım; oyunun tiyatro kariyerimin başlamasına neden olan, her oyunda canımı çıkartmadan salmayan ve 27 senedir o sahnede ne yapabileceğimi benden çok daha iyi bilen biri tarafından yazılmış olmasıydı. Birbirlerini besleyebiliyorlarsa, uzun yıllar birlikte üreten yönetmen-oyuncu ekiplerinin ortaya çıkardıkları işlerin ruhu her zaman daha gerçek ve ilham verici geliyor bana. Şahika oyunu getirdiğinde, tüm endişelerime, korkularıma, metni okurken bile sıkışan nefesime, göğüs kafesimden çıkacakmışçasına çarpan kalbime rağmen bir an bile düşünmeden kabul ettim. Çünkü biliyordum ki o yapabileceğime inanıyorsa, benim kendimle ilgili neye inandığımın bir önemi yoktu. Oyunu sahnelediğimiz ilk gece, beni mümkün olana dair inançlarımın ötesine taşıyan işler yapmaktan, potansiyelimin ötesine geçme arzumu dizginleyememekten ve bunu paylaşabileceğim bir ekiple çalışmaktan nasıl büyük bir mutluluk duyduğumu anlatamam. Çocukluğumuzun hisleri bunlar. Yetişkinliğimizde çok sık gelmiyor başımıza, kıymetini bilmek gerekiyor.
Rejiyi oyuncu üzerinden kurgulayan tek kişilik bir performans gibi görünse de aynı zamanda seyirciyi de sürece dahil eden bir oyun “Aşınma.” Bir yönüyle herkesin “Aşınma” öyküsü bu… Bu atmosferi nasıl kurguladınız?”
“Aşınma”nın Studio Oyuncuları’nın oyunlarına kıyasla oyun düzeni içinde oyuncuyu özellikle daha çok öne çıkaran; böylece ‘insan’ ve ‘insani olan’ı bir de bu biçimle sahneye getirerek altını çizen bir atmosferi var. “Aşınma”nın atmosferini temelde Şahika Tekand’ın yazdığı metin ve sahnede beni maruz bıraktığı ışıklar ve seslerden oluşan komutlar ve fiziksel zorluklarla bezenmiş bir simülasyon belirliyor. Tek bir oyuncunun üzerinden insan olma ve hayatta kalabilme, tutunabilme hâli üzerine önemli bir karakter eğrisini gözler önüne seriyor. Hayata eleştirel yaklaşan ve insana kendini sorgulatan bir oyun. Olup bitenlerin akla uygun olmayan ilerleyişinin getirdiği sorulara kendince bir cevap arıyor. Bunu da izleyiciye bir ayna tutarak, kendini görmek istediği gibi değil, olduğu gibi görmesine imkân tanıyarak yapıyor. O aynaya bakıp bakmamak izleyiciye kalmış.
Oyunda kendini tekrar eden soyut bir matrisin içindeki sıkışma ve daralma somut bir dille aktarılıyor. Güçlü bir metne de tanık oluyoruz. Siz hem sahnede hem sahne “arkasında” – oyunun hayatınıza ilk girdiğinden bugüne dek- oyunla nasıl konuştunuz ve konuşuyorsunuz?
Bu kadar güçlü ve hiç de edebi olmayan bir metni, fiziksel olarak bu kadar talepkâr bir ortamda sergilemek pek akıl kârı değil, biz de farkındayız. Hem oyuncu hem de ‘game player’ olarak sahnedeyim. Çünkü sahnede bir eser sergilerken, eş zamanlı olarak kuralları belli bir ‘game’de oynamak zorunda bırakılıyorum. Sahnede fiziksel olarak sürdürmekte zorlandığım bu durum, hayatta aşınmayı had safhada yaşamış üç bireyin durumuyla örtüşüyor. Bunu yaparken de dışarıdan gayet eğlenceli gibi görünen, sesler ve müziklerle bezeli bir süreci, dili bir karış dışarda tamamlamanın trajedisini yaşatıyor bana oyun.
Oyun aynı zamanda aileden başlayarak çevreye topluma intikal eden bir girdaba, ruhsal hesaplaşmalara da temas ediyor. Sizin için ne ifade ediyor “Aşınma”?
“Taş duvarlar değil zindanı zindan yapan, ya da demir parmaklıklar kafesi yaratan” der şair. Korku burada. Tam burada. Asıl korku, korkmaktan korkmak.
Başka bir oyunun zavallı taşlarıyız
Oyunda “Kumanda edilme” hissi de öne çıkıyor. Bu arada kalmışlığın, yönlendirilmenin, yönetilmenin, her an her koldan kumanda edilmenin girdabından nasıl çıkacağız ne dersiniz?
Hayat bir oyundur diyerek, üstelik bir de kendimizi bu oyunu başarıyla oynayan aktörler zannederek, tümüyle bizim dışımızda oynanan başka bir oyunun zavallı oyun taşları olduğumuzu fark ettiğimizde bulacağız çıkış yolunu.